Türkiye üçüncü bin yılın ilk 17 yılında 1 Trilyon dolar dış ticaret açığı verdi. Bavul ticareti ve turizm gelirleri düşüldüğünde 555 milyar dolar cari açık ortaya çıkıyor. Milenyum çağının ilk 17 yılının toplamında kamu bütçesi gelir-gider farkı 290 milyar dolar negatif yazdı. Nihayetinde 2018 yılına geldiğimizde 500 milyar doları bulan kamu ve özel sektör dış borç stoğu birikti. 36 OECD ülkesinden 20’sinin borcu GSYH’larından daha fazla. Durumu bizden kötü olanlar var diye sevinebiliriz. Durumun kötülüğü borcumuzun büyüklüğünde veya vadesinin yaklaşmış olmasında değil. Kötü olan; kronikleşen üretim açığını/cari açığı kapatmak için ne yapacağımızı bilmiyor oluşumuz!
Stratejik düşünce ve planlama eksikliği sorunun ana kaynağı. Bu eksiklik yetersiz kaynakların üretken alanlara yatırılmasını engelledi. Kıt kaynaklar inşaata kaydı ve çirkin şehirler ortaya çıkardı. Özelleştirme ve yap-işlet çabaları az sayıda proje dışında devletin gölgesinde ve garantisinde işlere dönünce ekonomik gelişime beklenen katkıyı sağlayamadı. Ürettiğin ile değil tükettiğinle var olabildiğin bir toplum ve ekonomi ortaya çıktı. Bu sarmaldan kurtulmak ve refah yaratmak için yeni bir paradigma geliştirmek zorundayız artık…
Adam Smith’in Milletlerin Zenginliği, Micheal Porter’in Ulusların Rekabetçi Gücü ve Daron Acemoğlu’nun Ulusların Düşüşü kitapları zenginliğe giden yolu bulmak isteyenler için başvuru kaynağı niteliğinde. Tekrar okunmasında yarar var. Binlerce düşünür, iktisatçı ve yazar içinde bulunduğumuz çağı anlamak ve de anlatmak için çabalıyor. Küreselleşme, artan rekabet, karşılıklı bağımlılık, yeni nesil tedarik zincirleri, dijitalleşme bu çağın yeni gerçekleri. Neredeyse tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de “Borsa-Döviz-Faiz” birçok ekonomik meseleye göre fazlasıyla konuşuluyor ve zihinlerde “garbage collection — çöp yığını” oluşturuyor. Finansal piyasa uzmanları sürekli kaotik bir dünyayı çaresizce anlatıp duruyorlar. Bu hengame içinde kalkınma iktisadı disiplini sürekli gümbürtüye gidiyor. Zihinler kirleniyor. Kötü paranın iyi parayı kovduğu gibi kötü fikirler de iyi fikirleri kovuyor. Mezo düzeyde ekonomi yeterince ele alınamıyor. “Nasıl kalkınacağız?” diye kime sorsanız aynı cevapları alırsınız. Eğitim, yapısal reformlar, özgürlük, demokrasi, hukuk, inovasyon vs. vs. Bu öneriler doğru ve uzun erimli. Değişim gerektiriyor. Mevcut halimizle kolay değil. Peki uzun erimli bir değişim yürürlüğe koymadan “short cut/kestirme” olarak cari açığı kapatacak ve üretimi arttıracak projeler hızlıca hayata geçirilemez mi?
Çin küresel şeffaflık endeksinde 2017 yılında yetmiş yedinci sıradaydı. Aynı yıl 1 trilyon dolar dış ticaret fazlası verdi. Türkiye şeffaflık endeksinde Çin’den 4 sıra altta, seksen birinci. 2017'de Türkiye 77 milyar dolar dış ticaret açığı verdi. Komünist ve ağır insan hakları ihlalleri yapan Çin başta demokrasiyi savunan ülkelere olmak üzere dünyanın her tarafına mal sattı. Diyeceğim o ki; demokrasi, özgürlük, adalet, güvenlik, inovasyon, eğitim, kurumlar, ortak akıl vs. elbette önemlidir. Daron Acemoğlu’nun dediği gibi kurumsal alt yapı mutlaka iyileştirmeli. Diğer yandan cari açığı kapatacak ve makro göstergeleri iyileştirecek, hızlı sonuç verecek üretim ve tedarik projeleri geliştirebiliriz. Yüksek teknolojinin ihracattaki payı %3'ün altında. Dolayısıyla Türkiye’nin gelişimi için yüksek teknolojiye geçilmeli denir. Türkiye uzay aracı yapabilse güzel olur. Dünyada önemsiz hiçbir şey yoktur. Öncelikler vardır. Yüksek teknoloji olmadan da yapılacak çok sayıda iş olduğunu bilmeliyiz. Örneğin yassı metal, paslanmaz çelikler, alaşımlı sanayi çelikleri, plastik-polimer türevleri, elyaf vb. petro-kimya ham maddeleri, kimyasallar, tekstil endüstrisinin girdileri büyük oranda ithal edilmektedir. Tarımsal sanayi ve gıda ihtiyacı girdileri 12 milyar doların üstünde. Petrolün varili 40 USD seviyesindeyken 2017 yılında 37 Milyar USD enerji ithalatı oldu. Sadece 2017 yılında 6 milyar dolarlık akıllı telefon ithal edildi. Örneklerin sayısını arttırabiliriz. Doğal kaynaklarımızı, endüstriyel kapasitemizi, beşeri yeteneklerimizi, iklim ve toprağımızı, ithalat ve ihracat desenlerimizi, iç pazar ve hedef pazarlarımızı göz önünde bulundurarak hızlı bir biçimde 50 Milyar dolarlık dış ticaret açığı kesinlikle kapatılabilir.
Yapılması gereken gerçekçi ve motive edici “mega” projeler ortaya koymak. 7 yıl boyunca rekabet, kümelenme ve kalkınma alanında danışmanlık yapan bir şirkette ortak olarak bulundum. Bu sürede çok sayıda mezo düzey ekonomi araştırma projesini izleme şansı buldum. Öncelikle şu iki kanaate sahip oldum. 1- Rekabetçi paradigma üzerine kurulmuş stratejilere sahip değiliz. 2-Çok genel konuşuyoruz, odaklı-güdümlü mezzo düzey kalkınma projeleri geliştiremiyoruz. Yüzlerce iş adamı, akademisyen, bürokrat, gazeteci, siyasetçiye son 10 yıldır aynı soruyu soruyorum. Soru şu: “10 Milyar dolar sermaye versem Türkiye’de özelleştirme, inşaat, turizm, finans ve elektrik üretimi haricinde hangi projelere yatırırsın?” Emin olun neredeyse cevap verene rastlamadım. Çünkü ortada proje yok!
2010 yılında arkadaşım Prof. Murat Kasımoğlu ile aşağıdaki modeli geliştirdik. Çok sayıda danışmanlık projesinde modeli yeni bir kalkınma anlayışı ve stratejik düşünce evreni olarak konumlandırdık ve yayınladık.
Türk kamu ve özel sektörüne çok sayıda projeler tasarladık. Türk imalat endüstrisinin ithal girdi ve maliyet sorunları yaşadığını gözlemledik. Taraflara kamu-özel ortaklığı ve yeni nesil kooperatifçilik modeliyle rekabet avantajları yaratılabileceğini anlattık. Bir yandan yüksek teknolojiye geçmeye çalışmalı, diğer yandan mevcut işleri rekabetçi hale getirmenin yollarını bulmalıyız. Yakın gelecekte orta teknolojili Türk imalat endüstrisi daha büyük bir rekabet ile karşı karşıya kalacaktır. Çin’in bir kuşak bir yol projesi devreye girdiğinde ortalama 6 haftada Çin’den Hamburg veya Roterdam limanına gelen mallar 2 haftanın altına düşecektir. Orta teknolojili imalat endüstrisinin rekabetçi gücünü koruyamamak Türkiye için daha büyük sorunlara neden olacaktır.
Bir çoğu uzmanlarınca bilinen ve önerilen aşağıdaki projeler hem ithalatı aşağıya çekecek hem de ihracatı arttıracak ve Türkiye ekonomisine büyük katkılar sağlayacaktır.
Doğru planlama ile Türkiye uzay aracı yapmadan da zenginleşebilir ve ekonomik göstergelerini iyileştirebilir. Elbette yüksek teknolojiden vazgeçelim kesinlikle söylemiyorum. Rekabetçiliğin iki temel bileşeni vardır. 1- İnovasyon, 2- Verimlilik. Her ikisini de yapmak şart. Bizim liseli yıllarımızda Japon malı tapon malı denirdi. Güney Kore yenilikçi taklitçilik ile Türkiye’nin ihracatı kadar dış ticaret fazlası veriyor. Kore ana malzeme endüstrisinden vazgeçmeden buralara geldi. Çin taklitçi olsa da dünyanın en büyük ihracatçısı. Dünya çeliğinin yarısını üretiyor Çin. Robotik teknolojiler işçilik fiyatlarını düşürdüğü için Almanya cep telefonu işine tekrar girdi. Çin maliyetinden aşağı Almanya’da cep telefonu üretiliyor artık. Ancak Almanya yaşlılara bakacak sağlık personeli bulamıyor, konut açığını gideremiyor. Dünyaya tekrar, tekrar bakmak, beşeri ve fiziki kaynaklarımızı anlamak ve fırsatları görmek lazım.
Planlı ekonomiden komünist ekonomi diye dalga geçildiği günler geride kaldı. Komünist Çin planlamanın önemli olduğunu gösterdi.
İbn-i Sina’nın dediği gibi “ Hiç kimse görmek istemeyen kadar kör değildir!”
- Rakamlar TÜİK, BÜMKO, TİM, MIT-Atlas verileri derlenerek yazılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Görüş ve Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşmayı Unutmayın.