Yıllarca dijital oyunların iyi mi kötü mü olduğunu tartıştık durduk. Kimileri çok kötü olduğunu, bağımlılık yaptığını, beyinleri öldürdüğünü söyledi kimileri ise faydalarına değindi. Ben çocukken maalesef sürekli dijital oyunlar kötüleniyordu ve sırf bu yüzden canım Nazi anam bize Atari bile almamıştı. Allah’tan evde bilgisayar vardı da, birçok oyunu kardeşimle birlikte tecrübe ettik. Annemle babam da oynuyordu hatta. Mesela annem biz uyuduktan sonra gizlice Chicken Invaders oynuyormuş. Aslına bakarsanız annemin atari almaması bir yönden iyi olmuş. Çünkü kardeşim de ben de muhtemelen ülkenin ilk oyun bağımlılarındandık. Annem, Nazi subayı olduğu için hafta içi bilgisayara elleyemezdik ama hafta sonları eve kapanıp sırayla oyun oynardık. İlk uyanıştan yatana kadar, yemek yemeye ve tuvalete gitmek dışında başından ayrılmazdık. Annemin kuralları gereği bilgisayar başında yemek yiyemiyorduk tabi ki ama sofradan fırlayarak bilgisayara koşuyorduk. Birer saat oynardık sırayla ve birimiz oynarken diğerimiz oturup izlerdi. (O zamanlardan oyun izlemek eğlenceli bir aktiviteymiş. Bunu erken fark edip bir Youtube kanalı açmamışız… Neyse.)
Taa 10 yaşında başlayan oyun maceram, inişleriyle çıkışlarıyla bugünlere kadar devam etti ki şu an 26 yaşındayım. Demek ki 16 yıldır oyuncuyum. (Yaşlanmışım -.-) Bazı dönemler kendimi eve kapatıp oyun oynadım, bazı dönemler ara verdim ama ilişkimiz asla sonlanmadı.
Örneğin ÖSS döneminde bilgisayar oyunlarına ara verip, üniversitede ve çalışmaya başladığım ilk yıllarda elimi dahi sürmedim. Yalnızca çok bağlamayan, kısa sürede seviye geçilen mobil oyunlar oynadım. Çünkü yapmam gereken başka şeyler vardı. Oyun oynayarak zamanımı tüketemezdim. Bağımlılığımı da bildiğimden, sarmayacak oyunlarla azcık kafa dağıttım o kadar. Daha sonra Steam yayılınca mertliği bozduk biraz. Bir de o malum 7 yıl gibi yoğun bir öğrenme döneminde değilim artık. Ara sıra mola verebiliyorum. Çocukluk yıllarımdaki gibi tüm hafta sonlarımı oyun başında geçiremiyorum ama olsun.
Bugüne kadar birçok tarzda oyun bitirdim;
Spider-Man veya Harry Potter gibi kısıtlı bir evrende, amaçlı, senaryolu, bölüm tamamladığım ve asıl eğlencenin ortamı keşfetmekte yattığı oyunlar (Mesela bahçedeki Snape’e çarpıp çarpıp kaçmak gibi eğlencelerimiz vardı.)
GTA gibi oyun içinde daha serbest hareket edebildiğim oyunlar (Bu oyunlarda kontroller biraz daha serbest olduğundan yaratıcı bir şekilde suç işlemek mümkündü!)
Mario, Rayman, Sonic gibi bol puan toplamalı platform oyunları
Asphalt, Need for Speed gibi araba yarışları
Hoyle Board Games gibi masa ve kart oyunları (Can sıkıntısına birebir. Hala mobil versiyonunun olmamasına inanamıyorum.)
Sims veya Tycoon oyunları gibi bir şeyleri geliştirdiğim oyunlar (Ki bu türde favorim Animal Paradise Tycoon idi. Başaramayınca iflas ederdim, o iflas görüntüsünü hala hatırlıyorum, çok acıydı.)
Nostaljik atari oyunları, Sniper’la hedef alma oyunları, savaş oyunları, hayatta kalma oyunları, kaçış oyunları gibi liste uzayıp gider. Oyunlardan bahsedince çenem açıldı yine, esas konuyu unuttum. Gamer kariyerimi daha da detaylandırmadan bitireyim. Yani kısacası ben hakikaten çok oyun oynadım. Hem farklı çok farklı türlerde oynadım hem de çok sürelerde. Kimilerine göre bu vakit kaybıydı ama doğrusunu söylemek gerekirse ben çok fazla şey öğrendim. Nasıl ki savaş öncesi harita üzerinde strateji oluşturulur, ben de kurumsal hayatıma bazı stratejilerle ve pratiklerle gelmiş oldum fark etmeden.
İş hayatı ile oyun dünyasının çok benzer tarafları var. Oyun oynama şekillerim ile çalışma şekillerim çok benziyor. Oyunlarda kazandığım metotlar iş hayatında da çoğunlukla kazandırıyor. Elbette oyun dinamikleri ile gerçek hayat dinamikleri aynı değil ama gamification der ki; her insanın bir oyuncu tipi vardır. Yani dostlar, aslında oyunlarda karşımıza çıkan oyuncu tipleri ile gerçek hayatta karşımıza çıkan insan tipleri örtüşebilir. Nasıl ki benim oyun stilimin hayatımda bir karşılığı varsa; oyunlardaki ekip arkadaşlarımın veya rakiplerimin de karşılıkları var. Birebir aynı olamasa bile oyunlar birer örneklem ve simülasyon sayılabilir.
İşte bu yüzden bu kurallar gerçek hayatta da çalışabilir;
Arabanı Güçlendir
İş hayatında diğer insanlarla ilişkilerimiz araba yarışları gibidir. Ben bu tür oyunlarda diğer üyelerle hiçbir zaman yarışmamışımdır. Tabi ki hepimizin amacı kazanmak olabilir ama benim tarzım diğer üyelerle yarışmaktan ziyade yola odaklanmak ve arabamı güçlendirmek üzerine kuruludur. Yarış boyunca kimseye saldırmam, arabalarını parçalamam, mümkünse araya biraz fark açar rahat rahat takılır giderim. Ancak beni çok köşeye sıkıştıran bir rakip varsa kendimi savunmak için hamle yaparım. Sonucunda ya ben parçalanırım ya da o. Başka şansım yoktur zaten. Bazen de yola çok odaklandığım için önümdeki arabayı görmeden parçaladığım olabiliyor tabi ama kasıtlı yapmıyorum. Elbette ben kasıtlı yapmasam da karşıdaki bunu bilmiyor ve intikam almak isteyebiliyor. Kariyer modlarında arabamı güçlendiriyor, en iyisini almaya çalışıyorum. Böylece kazanma şansım artıyor. Odak noktam diğerlerini yenmek değil, yolu kısa sürede ve kazasız bitirmek oluyor genellikle. Kariyer modunda görevim ilk 3’e girmekse, fazlasını istemiyorum zaten. Diğerleriyle kapışmayı da sevmiyorum.
İş hayatında da buna paralel bir bakış açım var. Diğer insanlarla aynı yolda yarışıyor gibi gözüksek de, bence öyle değil. Benim amacım kariyer modunu tamamlamak, bazısınınki günlük etkinliklerden kredi kazanmak, bazısınınki arabasını karda-dağda test etmek, bazısı sadece 1. olmak istiyor, bazısı ne kadar araba parçalayabileceğine bakıyor… Yani, aynı yol üzerinde karşılaşan, farklı amaç sahibi bireyleriz. Benim amacım diğerlerini yenmek olmadığı için de kimseyle yarışmıyorum. Sadece bazen yanlışlıkla onlara çarpıyorum ve yarışıyor zannediliyorum ama aslında tek derdim yola odaklanmak.
Biriyle yarıştığında sınırları onun belirlemesine izin vermiş oluyorsun. O kişiyi geçtiğinde beynin otomatik olarak rahatlıyor ve eski çabayı sarf etmeyi bırakıyorsun. Bu yüzden rekabete girmek bana pek akıllıca gelmiyor. Ben kendi arabamı güçlendirmeye bakıyorum.
Üstlerinden Zıpla
Mario’dan bilirsin. Bir yere doğru giderken karşına illa ki mantarlar, kaplumbağalar falan çıkar ve sana engel olmaya çalışırlar. Üstüne gelirler. Bu küçük canavarlar canından çok yiyemez, büyük etkileri yoktur. Atıyorum 120 birim can varsa bunların etkisi -5, -10 falandır. Üstelik öldürülmeleri de bir hamleye bakar. Fakat bu küçük canavarlar hem seni yorar, hem candan az da olsa götürdüğü için bölüm sonu canavarıyla tam tekmil dövüşemezsin. Bu küçük canavarları öldürürsen puan kazanabilirsin belki ama ben genellikle riske değer bulmam. Nadiren kendilerini öldürmekle uğraşırım. Çoğunlukla üstlerinden zıplayıp koşturmaya devam ederim. Bu şekilde varacağım noktaya daha hızlı ulaşırım, yolda yorulmam ve canımı da korumuş olurum. Tabi yine bazen çok sıkışıp savaşmak durumunda kalabiliyorum ama gerek yoksa uğraşmıyorum.
İş hayatında da bazen insanlar böyledir. Sizi kendileriyle yarışıyor zannederler, sizi rakip görürler, bazen sadece size gıcık olurlar, belki karakterleri böyledir. Sebep sizinle ilgili bile olmayabilir ama bir sebepten saldırabilirler. Bu saldırılar yaptığınız işe moral bozucu eleştirilerde bulunmak olabilir, hakkınızda yalan yanlış konuşmak olabilir, lüzumsuz konulardan yöneticinize şikâyet etmek olabilir, gereksiz kavgalar çıkarmak olabilir, belki de hiçbiri olmaz da sadece pis pis bakışlar atmak olabilir. İşte bu olaylara denk geldiğinizde sadece üzerlerinden atlayın. Benim bu mantığı anlamam tecrübesizliğimden dolayı biraz zaman aldı. Böyle olaylar karşısında önce kendi haklılığımı ispat etmeye çalıştım. Yanlış anlaşılmasın, kimseyle yine rekabete falan girişmedim ya da intikam almak için bir şeyler yapmadım. Tek derdim uğradığım haksızlıkları savuşturmaktı. Genel olarak insanların ne düşündüklerini umursamasam da, iş hayatında kilit şeylerin doğru anlaşılmasını isterim.
Fakat şimdi bakıyorum da, ne kadar da aptalmışım, boşa uğraşmışım. Haklı olduğumu göstermek ya da göstermemek pek de fark etmezmiş. Uğraşırken zaman zaman haklı oldum, zaman zaman da haksız. Tıpkı o küçük canavarları zaman zaman öldürdüğüm, zaman zaman öldüremediğim gibi. Yani, riske girmeye bile değmeyecek saçmalıklarmış hepsi. Şimdi yine kendi yoluma odaklandım ve canavarların üzerinden atlamaya başladım. Suratıma tükürene “eyvallah kardeşim iyi geldi serin serin” deyip geçme yüzsüzlüğüne eriştim. Çünkü gerçekten bu tip olaylara zaman harcamaya değmiyor. Karşıdaki insan senin haklı ya da haksız olduğunu önemsemeden, senin anlamadığın bir sebepten sana gıcık olup saldırabiliyor işte.
Saldırılara Hazır Ol
Yukarıda söylediğim gibi; öncelik daima üstlerinden zıplamak, olabildiğince o araba kırmalı dövüşlere girmemek olsa da bazen kaçacak nokta kalmaz. Bazen solunda duvar sağında bir araba, arkanda boru önünde bir canavar olur ve sıkışırsın. Böyle anlarda elindeki en güçlü silahla saldırmaya, en güçlü darbeni savurmaya hazır olman gerekir. Zira bu tür karşılaşmalarda ya kazanırsın ya da kaybedersin, başka ihtimal kalmamıştır. İşte bu anlarda ölmeden kurtulabilmek için arabanın sağlam, kılıcının keskin, zıplamanın kuvvetli olması gerekir. Ayrıca dikkat ve nerede karşılık vermen gerektiğini bilmek de oldukça önemli. Bu yüzden psikolojik olarak da hazırlıklı olmak şart.
İş hayatında da ne kadar kaçsak da, üzerinden atlamaya ya da etrafından dolanmaya çalışsak da bazen bir kavganın ortasında buluveririz kendimizi. Birden olaylar kontrolden çıkar ve size doğru saldırmakta olan birini görebilirsiniz. İşte o anlarda, kaçacak yeriniz yoksa kendinizi sonuna kadar savunmanız gerekecektir. Böyle olayların sonunda bazen işten bile atılabilirsiniz. Bazen almanız gereken terfiyi alamazsınız. Bazen hiçbir şey olmasa da imajınız sarsılır. Bazen de kendinizi kurtarabilirsiniz. İşte böyle anlar için en keskin kılıç, en sağlam araba, en kuvvetli zıplama; etiktir. Etik davrandıysanız, kimsenin arkasından iş çevirmediyseniz, sonuç ne olursa olsun sarsılmazsınız. Bir zaman sonra yaşadığınız bu anlar kötü anılardan ziyade bir şeyler öğrendiğiniz tecrübelere dönüşür.
Deneme, Yanılma
Bazen, oyunlarda bazı seviyelerde takılırım. Günlerce, bazen haftalarca oynayıp geçemem. Böyle zamanlarda 2 seçeneğim vardır; ya oyunu bırakmam gerekir ya da defalarca denemem… Genellikle devam etmeyi seçerim. Oyunu seviyorsam, o kadar ilerlediysem, sonunu merak ediyorsam, tekrar tekrar denerim, fakat aynı metotları değil. Her seferinde farklı bir şey denerim. Mesela geçen Star Knight diye bir oyun oynuyorum. Bir canavarda takıldım. Üzerinden geçemiyorum tabi ki çünkü bölüm sonu canavarı, illa ki onu yenmem, yok etmem gerek. Başka türlü ilerleyemiyorum. Oyunu da nasıl zor bulmuşum, nasıl aramışım Oddmar’ın yokluğunu doldurmak için. (Bu arada Oddmar’ı 2 Türk mühendis geliştirmiş. Oynarken hem çok eğlendim hem de bizden böyle süper oyunlar çıkmasına çok sevindim. Mobil oyun sevenler için tavsiyemdir.) Baya da ilerlemişim. Belki 100 kere aynı canavarla dövüştüm. Her seferinde karşısına tam can ile çıkıyorum, güçlü silahım var ama onun canı o kadar fazla ki direnemiyorum. Uzaktan saldırı denedim, üzerinden zıplayıp saldırmayı denedim, arkasından saldırdım, üzerine koştum, kaçtım, küçük kılıçla da büyük kılıçla da dövüştüm… Yani aklıma gelen her şeyi denedim. Artık gerçekten sıkılmışken ve gözümü karartmışken, kendimi savunmayı bırakıp sürekli saldırı yapıyordum çılgınca ki anladım; ben canavarın en yakınına geçersem bana saldıramıyor. Benden uzaklaşınca tekrar vurabiliyor ama o uzaklaşana kadar ben çılgınlar gibi saldırarak canını eksiltiyorum. Bu stratejiyle o seviyeyi de geçtim. Eğer defalarca denemesem bunu bulamazdım. Fakat belki 100 kere denedim ve sonunda nihayet oyuna devam edebildim.
İş hayatında da bazen böyle bir şeylerde takılıyorum. Öğrenmem gereken bir şey oluyor, bir türlü anlayamıyorum. Yapmam gereken şeyi yapamıyorum. Bazen nasıl başlayacağımı bilemiyorum. Böyle anlarda vazgeçmek yerine oyunlarda nasıl zor seviyeleri aştığımı düşünüyorum ve tekrar tekrar deniyorum. A yolu olmazsa B yolu o da olmazsa C yolu derken alfabeyi bitiriyorum zaman zaman. Fakat sonunda yapmam gerekeni yapmış ve zor bir şey öğrenmiş oluyorum.
Mesela geçen bir konuda ilk kez fizibilite yapacakken, araştırması da hesaplamayı yapması da günler aldı ama sonunda başardım. Konuya aşina olsam da teknik kısımlarını pek bilmiyordum. Bulmam gereken çok fazla değer vardı. Hesaplaması benim bildiğimden biraz daha farklıydı ve bunu bilen kimseyi tanımıyordum. Anlamak için uzun uzun uğraştım ve sonunda hallettim. En azından bir hata bulamadık şimdilik :)
Oyunlardaki zor seviyeleri tamamladığımda yaşadığım sevinç ve gururun aynısını iş hayatında da yaşıyorum. Süreçte pek eğlenemesem de sonuçta gerçekten eğleniyorum.
İhtiyaç Yoksa, Stokla
Gelişimli oyunlarda zamanla para, elmas, özel güç kartı, tek kullanımlık yüksek atlama, kısıtlı sayıda bomba gibi şeyler kazanılır. İşte ben bu tarz ödülleri gerçekten ihtiyacım yoksa kullanmam, bekletirim. Örneğin arabalarımı aşama aşama geliştiririm ki param sıfırlanmasın, bir sonraki seviyede karşıma farklı bir şey çıkabilir. Özel güçlerimi hemen kullanıp bitirmem ki daha büyük canavarda, çaresiz kaldığımda kullanayım. Nitroya bile hemen değil, en faydalı yerde basarım.
This War of Mine diye çok sevdiğim bir oyun oynamıştım. Oyunda savaşta hayatta kalmaya çalışan sivillerdik. Bir barakada yaşıyorduk. Geceleri yağmaya çıkıp yiyecek, tahta, ilaç falan bulup geliyorduk. Tahtalardan fare kapanı yapıyor onları ocakta pişirip yiyorduk. Bazı karakterler kahve olmadığı için depresyona giriyordu. Geceleri baskına da uğruyorduk tabi. Psikoloji bozan ve stok tutmanın önemini bana tekrar gösteren bir oyundu. Çünkü bazı geceler yağmada pek bir şey bulamıyordum, bazen karakterim ölüp geri dönemiyordu, bazen gerekli şeyleri bulamıyor, gereksizlerden yükleniyordum falan. Böyle olunca ihtiyacım olmayan hiçbir şeyi kullanmamam gerektiğini anladım. Mesela yemek ihtiyacında karakterlerin çok acıkmasını, enerjilerinin düşmesini bekliyordum. Tahtaları kullanmayıp biriktiriyor, daha işe yarar şeyler yapmaya çalışıyordum.
İş hayatında da bazen elde stok tutmak önemlidir. Stoklar para, iş çözecek bir tanıdık, süper bir ürün, süper bir fikir olabilir. Çalışanken de girişimciyken de doğru yerde doğru kartı öne sürmek gerekir. Örneğin iyi bir fikir, doğru zamanda ortaya çıkartılmazsa pek işe yaramaz. Bu yüzden bazen onu elde tutup saklamak ve beklemek gerekir ki en işe yarar zamanda kullanılsın. Bazen işe yarar bir yetenek de doğru zamanda ortaya çıktığında etkileri büyük olabilir. Doğru stok tutmanın bence 2 kuralı var; elinde neler olduğunu bilmek ve doğru zamanın geldiğini anlayıp o anda ortaya çıkarabilmek. Birçoğumuzun problemi de maalesef yeteneklerimizin ve fikirlerimizin farkında olmamamız. Ara sıra durup stoklarımıza göz atmamız, bizi fırsatlara da hazırlayacaktır.
Aslında Asphalt’taki ya da NFS’deki nitro gibi, biz de kendimizi nitrolayabiliriz. Örneğin 1 ya da 2 haftayı çok sıkı çalışmaya ayırabilir, o süreçte yeni bir şey öğrenebiliriz. Fakat bunu yaşam tarzı haline getirmek pek verimli olmayacaktır. İnsan sürekli aynı yüksek performansta çalışamaz. Ara sıra ben de kendime böyle 1–2 hafta yoğun çalışma, 4–5 hafta yoğun kitap okuma gibi dönemler ayırırım. Mesela geçen haftalarda 1 hafta ayırarak video düzenleme programlarından bir tanesini, işime yarayacak kadar öğrendim. Daha az uyudum, daha az boş kaldım ve sınav çalışırcasına bir şeyler öğrenmeye yoğunlaştım. Tabi ki öyle atlamalı patlamalı şeyler yapamıyorum lakin ortaya güzel bir video çıkarabilecek kadar biliyorum artık. Bir de son dönem kendime sıkı bir iş kitapları bitirme dönemi yaptım. Normalde bir roman bir de iş kitabı okurum ama şu anda sadece işle alakalı okuyorum. Şu an 4. kitaptayım ama içim şişti. Sadece kitap da okumuyorum, benzer konularda makale, blog ve haberler de okuduğum için bu ara enerjimin sonuna geldiğimi hissediyorum. Normalde araya bir de roman koyup odak dağıttığım için bu şekilde hissetmiyorum fakat bu yoğun dönemden de iyi verim aldığımı söyleyebilirim. Bir sürü yeni konu hakkında fikir sahibi oldum. Bakış açımı genişlettim.
Etrafın Seviyesi
Oyun seviyesine veya rekabet etkinliğindeki oyuncuların seviyelerine göre, oyunun zorluğu değişir. Easy moddayken çatır çutur geçtiğim seviyeleri, hard’ı seçince geçemez olurum. Bazı etkinliklerde kolayca birinci olurken, bazılarında ancak sonuncu olurum. Birinci olduğumda kendimi kraliçe zannederken, sonuncu olduğumda fark ederim ki ortamın seviyesi benim başarımda önemli bir etken. Kendimi bir üst seviyeye hazırlamadan balıklama dalarsam, zar zor seviyeyi tamamlarım.
İş hayatında da böyledir. Bir şirketteyken çok iyi olabilirsin. Harika işler çıkartabilirsin. Eğer kendini bir sonraki seviye için donatmadıysan, geçerliliğin ancak o ortamdadır. Başka bir ortamda maalesef yeteneklerinin ve yapabildiklerinin bir önemi olmayabilir. Bu yüzden ortam illüzyonuna çok kapılmamak ve sürekli ileriye gitmek gerekiyor. Ortamın en iyisi, en müthişi olabilirsin ama bu gelişmen gerektiğini değiştirmez. Zira bulunduğun ligden daha ötesi de var. Bulunduğun konumdan, pozisyondan memnun olabilirsin elbette. Fakat ortamı geliştirmek de önemlidir. Ben de kendi adıma sürekli daha iyiyi aramak yerine bulunduğum yeri daha iyi yapmaya çalışmayı doğru buluyorum ama bunun için bir üst lig performansı göstermem gerektiğini de biliyorum. Ortada bir potansiyel varsa, değerlendirmek gerek. Tabi ki bunu yapabilmek için de muhakkak kendini bir adım öteye taşımayı bırakmamalısın.
Gördüğünüz gibi, iş hayatı da aslında bir oyun. Ne çok stres yapmaya değer, ne de gözünüzde büyütmeye. Azcık bile oyun oynadıysanız, geçilemez bir seviye olmadığını bilirsiniz. Kariyer yolculuğunuzda da geçilemez hiçbir engel olmayacak, içeriden bildiriyorum. Sadece bazı seviyeler “hard” modda açılıyor, hepsi bu.
Bu arada bence mutlaka Asphalt 9 Legend oynayın. Harika bir mobil oyun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Görüş ve Düşüncelerinizi Bizimle Paylaşmayı Unutmayın.